ÖNCÜ DEĞERLERİN YAN ETKİSİ
Her dönemin, coğrafyanın milli, sosyolojik öncelikleri vardır. Bu önceliklerin biri diğerinden üstün olabilir mi? Görecelik buna engeldir.
Yayınlanma :
07.07.2017 13:40
Güncelleme
: 07.07.2017 13:40
Öncelikleri koşullar belirler. Koşulların baskısının arttığı dönemler etkisinde kalan insanları koşulların “buyruğundan” başka türlü düşündürmemesi normal karşılanır. Milli değerleri birbirine karşı fakat her birinin diğerine üstünlüğüyle övünmesinin çelişkisi var mıdır? Her milletin kahramanı kendi mi yoksa, küresel adanmışlıkların kıyaslanabilirliğini mi tercih etmeliyiz?
”Önce vatan” terimi bütün uluslarda günümüzde hala başattır. Ne yazık ki yüz yıllardır insanlığın akan kanı, çektiği acı, kurumsal, bireysel entelektüel barış temennileri… diğerinin vatanına tasallutları bitirmiş değil!? Bunlardan soyutlanmış insan tipi, dünyamız için en tehlikeli kişiliktir. Çünkü ortak fakat birbirinin yaratıcısı kahramanlıkları yok ya da israf sayar.
“Almanya, Almanya; dünyadaki her şeyin üstünde,” (Alman milli marşından).
“Kalkın, gözümüz kapalı düşşan topları üzerine ileri,” (Çin milli arşından).
“Zafer senindir, zafer senindir, senindir zafer, (Hindistan milli marşından).
“Ve Britanya halkı güdülmesin artık savaşla, “ İngiliz milli marşından).
“Sevgili vatandaşlarıyla, savaşın perişanlığı arasında ;yergi ve barışla kutsanan bu ülke,” (ABD milli marşından).
Obozite benlik
Günümüz dünyasında vatan toprağının hala her şeyin üstünde, önünde anılıyor olması insanlık ailesinin yokluğuna kanıttır. Çünkü insan; eril -dişil, erdem, paylaşma, vicdan, adalet, çalışkanlık, vefa, dürüstlük, yardımlaşma, zulme karşı olma… belirtilerin, uygulamalarının toplamıdır. Bu toplamı insandan beklenmesi, aklın gereğidir. Bunlara sahip olmayan insan biçimindekilere ‘insan’ denilmeyeceği, akıl sahiplerinin ortak kabuldür. İnsanlığın medeniyet tanımlamalarında, vatan savunmasının, korumasının hala başat kavram olması sayılan insani değerlere yönelik, “içerden” tecavüzün varlığını göstermektedir. Bu tecavüzcülük iki cihan harbinden sonra küresel etkiye ulaşıp emperyalist tanımını kazanmıştır.Aynı şekilde, “vatan” kavramının güncellenip güçlendirilmesinin sebebi de emperyalizmdir.
“Savunma”, bir aşama sonrası “koruma, kollama”; kazanılan savaşın, “kurtuluş” değerine, kayıpların bir daha yaşanmaması, maliyetlerin telafisi için özgün savunma modeli, söylemi oluşturulur.Böylelikle milli hedefler doğrultusunda düşmanlıklar dünyanın her yerinde ister istemez tahrik edilir. Geçmişe dönük anmalar geleceğin vizyonu olur.
Diğer taraftan şaşılacak arsızlığın parlatıcılığını, emperyalist cephede görüyoruz. Küresel talancılar, tüm stratejilerini kendi halkının “seçkinliği” için refahı hak etmişliklerine inandırarak diğer ülke halklarının kanlarını döker.
Diğerlerinin yerlerinden, yurtlarından etme; zenginliklerini talan etme, yönetimlerini kukla kılma, askerlerini emelleri için şehitliğe “ikna etme”. Böylece yurtların “ormanları” yaz yangınlarıyla tanışıyorlar; tek tesellimiz yeni arsa alanları, orman ilgililerinin dikip sayılarını duyuracakları fidanlar.
Tasada, kıvançta; paylaşmada, yardımlaşmada vicdani denge olmalı. Burası kürese talancıların insan dokusunda dikkat ettiği nokta.
“Önce vatan” mahyası, toplumsal koşullamadır. “Önce vatan” mahyasının gerekçesi, bitmeyen emperyalist saldırıdır. Bu mahya koşullamadır. Tüm toplumsal amaç, istek, hedefleri yönetir. Koşullama savunmanın çekirdeğini oluşturur. Kurtarılacak, savunulacak her şey onun etrafında yer alır. .
Değişim
Emperyalist çağ değişerek devam ediyor. Değişikliklere baktığımızda Anadolu işgalinden arta kalan “değerlerin” yeterince huzur vermediğine de tanık oluyoruz. Eğitim, kalkınma, demokrasi, hukuk sağlık, güvenlik… hepsi ülke halkının huzur, mutluluk, gelişimi için önem derecesi yüksek konular.
Küresel gerekçeler, yerel öncelikleri değiştirecektir. “Önce adalet”, “önce eğitim”, “önce güvenlik”, “önce üretim”… bunlardan başa geçen değer, diğer değerleri kendine göre biçimlendirir. Onların görece bağımsız dokusuna, atkısına, ilmiğine, boyasına sızar, yerleşir.
Öne geçmiş, öncü değerlerin altında sınıflanmış, ikincil değerler ürettikleri yararları başlıktan bağımsız kılamazlar; hep öncünün, başlığın ihtiyaçlarına göre hizmet ederler. Bu kalıplamanın “tavizsizliği”, öncü değerin diğer değişle, toplumsal koşullamanın gerekçesinin şiddetine bağlıdır.
Emperyalist saldırı şiddeti, ona direnen toplumsal öncü değerin şiddetini yükseltirken;bu şiddeti diğer alt değerlere “tahakküm” olarak yayar. Şiddetin artması neredeyse her şeyi aynı şekle dönüştürerek değerlerin özgünlüğünü yok eder; aynı zamanda değerin işe yarar bağımsız yararını silikleştirir.
Yan etkiler, boyutlar
Direnmenin yönü, alanı vardır. Direnen “öncü değer”, etki saldığı alanın bütün boyutlarındadır. Bütün boyutlardan anlayacağımız,farklı, bireysel , kümesel beklentilerin aynılaşmasıdır. Böylece “her şey” bir tek şeye amade olarak kabul ettirilir.
Hedef ve yönelen harekete geçtiğinde beklenmeyen faktörler ortaya çıkar. Hedefe yönelen her şeyin toplamı olarak yola çıkar. Bir müddet sonra yönelişinden, hedef ile temasından meydana gelen etkiler oluşur. Hedef, yöneliş üçüncüsü yan etkiler sarmalı biri diğerini küçültüp büyüyerek aralarındaki “ilişkiyi” sürdürür.
Hedefin getirileriyle, yan etkilerin kayıpları süreç içinde daima ölçülür.
Hedefin durması halinde “götürecekleri” ile, yitimi için yapılan mücadelenin yan etkilerinin zararlarında daima “denge “aranır. Bu “denge”, “kabul edilebilir zarardır”.
“Savaşım” dengesizleşip paradoksal hale geldiğinde, başka yol bulunur. “Başka yol”, öngörülmeyen olarak bilinir. Boyutun zorlanıp , hesaplaşmanın amansızlığında, “dışarıdan” kolay kabul edilmeyen, sübjektif küme olarak bilinen “yeni boyut” deneyiminden söz ediyoruz. Toplu tanıklığa bu yüzden sübjektif küme diyoruz.
Şimdilerde ‘görev kusuru’ deniyor. Milli davalarda “telafisi imkansızlık” yoktur. “Gidecek başka ülkemiz yok!” inancının zorunlu(lu)ğu budur. Yaşam zorunluluklar evreni zaten.
Emperyalist şiddet, “görev zararlarını”, “yan tesirleri” geometrik olarak etkiler. Bu yüzden sonuçlar söylemde geometrikleşir. Kayıplarla , kazanılanlar arasında “denge” bulunmalıdır.
Vardığımız yer, “şiddet şiddeti doğurur” ortak kabulüdür. Bitimsiz acıya yitik kalpler, “kanı kan ile temizleyemezsin,” ile karşılık verse de küresel çapta acılar sürer. ‘Kelebek etkisi”, bu noktada hakimiyetini paylaşmaz! Bu hakimiyette karşılıksız hiçbir şey kalmaz; her kes ettiğinin payını mutlaka alır. Neredeyse huzur içiriyor değil mi? İnsanlığın zihni, dinler olmadan bu kanıya kolay ulaşmadı.
Kapsama alanı
Yasaların, alt yasaların girişlerinde “dayanak”, ardından “amaç”, “kapsam” başlıkları yer alır. Bu başlıklar, yasanın nerede. ne kadar “kullanılacağına”, “iş göreceğine” dair açıklamadır.
Önce dayanaktan başlanması konunun temel yasal dayanağına bağlanması ihtiyacından kaynaklanır.Konunun aslı T.B.M.M.nde gerekçesiyle ele alınıp çözümü için yasaya bağlanmıştı. Sonrasında ortaya çıkan eksikliklere göre alt yasalar üretilmiş,ihtiyaç sürdükçe alt yasa üretiminin süreceğini gösteriyor.
İkinci başlık çıkarılan alt yasanın “Amacı” ve “Kapsamı” dır. Amaçla kapsamın aynı başlıkta buluşturulması, hukuk düzeyi açısından önemli aşamadır. Amacı aşan, amacından çıkan yasal düzenlemeler, değdiği her şeyin yapısını olumsuz kılan kanserli hücreye benzer.
Yasal metinlerde “amacın” “kapsam” ile aynı düzeyde anılması; “amaca ulaştıran her yolun mubahlığının” değil, “amaca ilkeli ulaşımın” adil olacağını göstermek içindir.
Homojen yaşam
Adaletin insana özel olduğuna dair kabuller yanılgıdadır.İnsanın doğayla ayrılmaz bağı, akli yeteneklerinin farklılığı adaletin doğadan bağımsız “yalnız insan” için olduğuna dair büyük yanılgının yüzyıllardır kanlı “ikna” tarihinden geçerek bu günlere ulaştık. Hala ikna olmayan güçlülerin eziyet ve sömürüsüne muhatabız; nereye kadar mı?
Biz de diğer canlıları kendimiz gibi görünceye kadar: “Aşağıdakilere merhamet ediniz ki göktekilerin merhametini hak edesiniz.”
Çözümlememiz yasa biçimlerindeki bu “adil” çerçevenin, yasa içeriğinin de adil olacağı anlamı çıkarılması için değildir. Haksızlığın, adilliğin içinde yaşadığını, onu hasta etmek, eskitmek için var olduğunu göstermek içindir. Aksi takdirde, halkın ihtiyacını giderecek seçilmişlerin, parlamentosunda yaptıkları yasalara, bürokrasi nasıl hakimiyet sağlar ki?!
Değerleri oluşturan etmenlerin yani gerekçelerin şiddeti değerlerin ömürlerine yönelik enerjiyi oluşturur. Fizikteki ilk hızın görevi gibi. Gerekçeden değere aktarılan enerji değerin ömrünü oluşturuyorsa; değerin canlılığını korumak onu canlı tutmak değerin yaşattıkları daha kabaca söylersek “geçinenlere” görevdir. Çok değerli şeylerin değerleri zamanla unutulması gerekçelerinin ortalarda görülmemesiyle bağlantılıdır. Kuru hatırlatma, anmalardan ziyade sahici gerekçelerin varlığıyla değerlerin varlığına yönelik bağ daha kalıcı hale getirilmesi bu gün en yararlı yöntem olarak uygulanmaktadır. Böylece an’malar inandırıcı olur.
Tabii bu “ince” hesaplar yaşamın umurunda olmaz. Yaşam, kendi işlerliğine karşı; hazırlık, planlama, hesaplama türü yaklaşımlar “sezdiğinde”, hesapsızlığını daha etkili kılmanın yollarını ortaya çıkarır. Çünkü yaşam rekabettir.
Değerin gerekçesinin şiddeti, değerin şiddetini; değerin şiddeti, alt düzeydeki değerlere sirayeti yüzyıllardır sosyal yapıları etkiliyor. Bedenimizdeki atar damarlar, toplar damarlar; bunların uzantıları kılcallar. Hepsi oluşmuş yaşam modelini sağlıklı sürdürmek için oluşmuş beslekler. Bu yaşam modeli karşı yaşamın beslenme gerekçesinden den oluşmuş kalbin, yani değerin merkezinde yol alır. Her yaşam biçimi tüketilmekten tüketene evirilerek kendi biçimini, biçiminin değerlerini oluşturması; onu tüketecek gerekçesine karşı sürekli mücadeleyi de zorunlu kılacaktır. Gelinen nokta, gerekçe ve değerlerin amaç birliğidir.
Adalet
Öncü değerin etkisinin paradoksal olması, neredeyse insanlığın kaderi. İnsanlık gelişim sürecinde büyük sorunlara karşı oluşturduğu çözümler; sorunları unutturmayacak cinsten olumsuzluklar içermesinden söz ediyoruz. Zorunlu olan dış sorun, zamanla yerli sorun haline gelir; buradaki tehlike sorunun “ilticasıdır”; içselleşmenin tanışıklığıyla sorun kanıksanır.
Vatan toprağı işgal tehlikesine girip, halkın elinden alınma tehditleri görülüyorsa, “önce vatan”, “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” koşullamaları öncü değerler olur. Halk tarafından kabul görür, gündemin önüne geçer.
15 Temmuz kanlı kalkışmasının yaşattıkları; durdurulmadığında yaşatabilecekleri düşünüldüğünde “önce vatan” koşullaması haklı gerekçe kazanıyor. Bununla beraber diğer değerlerin varlığının sürmesi, öne geçmiş değerin diğerlerine “yük” olmayacağını beklememeliyiz.
Adalet öyle yaman,öyle gerekli, öyle evrensel değer ki onun ayrımsız, sürekli olarak yerleşmesine kim hangi gerekçeyle engel, savsaklama, istisna uyguluyorsa bütün insanlığın yaşamına kast etmiş demektir.
Bakın tarihsel, güncel , olası sorunlarımıza hepsinin kökeninde bu ilkeye aykırı tutum, davranış, emir, tercih, talimat, uygulama vardır.
Madem insan en büyük değerdir; o değerin varlığı o değerin şartı olarak bilinmesi gerekir. İnsana yatırım mı yapacaksınız; peki, o halde önce adaleti her alanda anavatan toprağı gibi var edip yaşatalım. Bu tutum hibrit olmasını istemediğimiz insan varlığımızın ana dayanağıdır.
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: