Aynen Paris’teki gibi...
Senih Özay İzmir?in ünlü hukukçularından...
Yayınlanma :
11.07.2015 17:52
Güncelleme
: 11.07.2015 17:52
Sanıyorum şimdi Karaburun’da Robenson yaşamı sürdürüyor.
Saç sakal birbirine karışmış, toprakla tabiatla haşır neşir oluyor.
Tahminime göre, sahtekârlarla, üçkâğıtçılarla, liboşlarla yıllar yılı karşılaştığı ve bıkkınlık geçirdiği için bu yolu seçmiş.
Bazen proje üretiyor.
Kuşaklar arasında!
Senih Özay şimdi, ‘Kuşaklar arasında Dayanışma!’ yı ele aldı.
Hani son zamanlarda, ‘x,y,z’ dediklerini...
Geçenlerde Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Mezunları Vakfı’nın meslekte 50’nci (yarım yüzyıl) geride bıraktığı için törenle ‘ustalık beratı’ aldığımda ilk tebrik edenlerdendi.
Her seferinde de ‘mutlaka görüşeceğiz’ diyorum...
Ama sanki dünyanın öbür ucundayız, yan yana görüşmek kısmet olmuyor.
Bugün yine aradı, esprili konuştu...
Kızım sana söylüyorum, gelenim sen anla cisinden...
Biraz da kinayeli...
Takipçisi olduğunu belirtiğim Avukat Senih Özay, ‘Bu salı toplantısına Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na, Konak Belediye Başkanı Sema Pektaş’a ve doktorası çocuklar üzerine olan İzmir Valisi Mustafa Toprak’ın siyaset içermeyen katkıları için önümüzdeki toplantıya çağırılmalarına karar verildi.
Ve davet yollandı.....’ dedi...
Bu arada sözlerine; ‘2 gazetecinin toplantıyı izlemesi, kameraya alması ve notlar alması gözlenerek bundan böyle tüm toplantılarımıza medyaya bizim kuyruk olmadan medyayı peşimize takıp kamuoyunu bilgilendirme kararı alındı.’ diyerek sürdürdü.
Dahası:
‘Kuşaklar Arası Dayanışma’ adlı bir web sitesi oluşturulmasına, Facebook grubu oluşturulmasına, Whatsapp ve email grubu oluşturulmasına da karar verildi.
Gelecek toplantının yine 288/3 Sokak Selvi 2 Apt A Blok Kat:1 Daire:3 Bayraklı İzmir adresinde 14 Temmuz 2015 günü saat 17:00’de yapılacağı karar altına alındı.
Her zaman en baştan esasları, minik anayasayı, örgütü, gözden geçirmek, geliştirmek, içini doldurmak üzere toplantı bitirildi.
Sadece 50 kişiye gönderilen gazete değil herhalde?
Senih Özay’ın sözünü ettiği iki gazeteci kim?
Herhalde en azından İzmirli olmalı...
Yemek davetlerini kaçırmayan, burnundan kıl aldırmayan cinsinden olmamalı...
Sanıyorum bir aksilik olmazsa ve programı yoksa Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş, meslektaşının yönettiği bu toplantıya katılır.
Aziz Kocaoğlu için bir şey diyemem...
O şimdilik, tenis ile ilgileniyor...
Ama Vali Mustafa Toprak’ın katılacağını sanmam...
Mutlaka bir iftar çağrısına gidecektir.
Zaten Bayrama ne kaldı?
Fotoğraflar konuşuyor!
Senih Özay bu arada fotoğraflarla süslenmiş, daha doğrusu güçlendirilmiş bir yazı da göndermiş...
Başlığını beğendim:
‘Çocuk bahçesi değil, çocukların bahçesi!’ deniliyordu, ‘Ekogazete’nin haberinde...
Fotoğrafları inceleyince görüyorsunuz:
Daha doğrusu, çocuklara ait, çocukların bahçıvan olduğu bir bahçe.
Paris’in kuzeyindeki bir yerleşmede.
Burada iki yıl önce 3 çocuk bakıcısı anne babalarla birlikte bir dernek kurmuşlar, bakıcı evi açmışlar.
Fransa’da yasal bir düzen bu.
Çalışan anneler çocuklarını getirip bırakıyorlar, sabahtan akşamüstüne kadar. Bakıcılar çocuklarla ilgileniyor, onlara sahip çıkıyor.
Ama buradaki evde bir permakültür uygulaması var.
Kendi yediğini değil!
Bakıcılardan biri şöyle diyor:
‘Çocukları besliyoruz tabii, gün içinde. Yemek yapıyoruz, onlara yiyecekleri bir şeyler veriyoruz.
Ama neyi?
Bizim yediğimiz ilaçlı, toksinli, berbat şeyleri mi?
Ne yani?
Bu çocuklar sebze, meyve dediğiniz şey marketlerde ambalajlanmış, dondurulmuş kutuların içinde yetişir mi sansınlar?’
El ele vermişler.
Evin çevresindeki 300 metrekarelik alana ekim yapmışlar.
Her türlü sebze...
Anne ve babaların sağladığı destekle de meyve ağaçları dikmişler.
Bu konuları bir hayli iyi bilen bir babanın yol göstermesiyle bir permakültür ortamı yaratmışlar.
Türkiye’de de imkansız!
Bakıcı şunu ekliyor:
‘Bütçemiz beslenme için, günde çocuk başına ancak 3,5 avroya izin veriyordu. Bu parayla kimyasal görmemiş bir şey almanın olanağı yoktu. Bir çare bulmak zorundaydık.’
Oluşturdukları bahçeyi çocukların (bir bakıma) sahipliğine bırakmışlar. Bahçenin bakımını onlar yürütüyor. Toprakla, bitkilerle onlar uğraşıyor. Örneğin suluyorlar ekinleri.
Çocuklar; olgunlaşan sebzeyi, meyveyi onlar topluyor.
Torbaları onlar taşıyor mutfağa.
Tabii, tavuklarla ilgilenmek, onları beslemek, yumurtaları toplamak da onların yani çocukların görevi.
Bu arada toprakta gördükleri kurtlarla iyi geçinmeyi, örümcekten korkmamayı öğreniyorlar.
Kısacası doğanın tozu, toprağı içinde, capcanlı bir dünyanın mucizeleriyle bütünleşerek büyüyorlar.
Büyükler için de...
Anne babalar için de yenilikler var, bir bakıma.
Zaman zaman çocuklarla birlikte sebzelere, meyvelere, toprağa dalıyorlar.
Ne de olsa bu girişim onların da malı.
Derneğin üyesi onlar.
Bir de bakıyorsunuz, büyük şirketlerden birinde çalışan yüksek topuklu bir kadın mütevazi bir hanımla işbirliği yapıyor, konuşuyor, gülüşüyor.
Oysa eskiden aynı mahallede oldukları halde birbirilerinden haberleri yoktu.
Bir Katolik’le bir Müslüman’ı , bir Musevi’yle bir dinsizi bir arada, yan yana, birlikte çalışırken görüyorsunuz.
Keyfe diyecek yok!
Bu girişim o kadar keyfi verici olmuş ki, işi büyütmeye karar vermişler. Belediye ile konuşuyorlar şimdi.
Hemen yandaki geniş alana da yayılmak için.
Orayı da ekip başka okullara açmak için.
Ayrıca mahalleli de gelsin, burası bir buluşma yeri olsun diye.
Sanıyorum Senih Özay’ın düşündüğü ‘Kuşaklar arasında Dayanışma!’ Atila Alpöge’nin, Ekogazete’de 11 Temmuz 2015’de, Emilie Massemim’in röportajından alarak ele aldığı konudan esinlenmiş.
Neyi anımsattı?
Bu çalışma bana Metin Karadağ’ın, ‘Yılkı Atları... Ya Da Yine Bildiğiniz İnsanlar...’ adlı yazısını anımsattı.
‘Yılkı Atları’ yaşlandıkları için artık ayakta zor duran ve kırsal alana salınarak ölüme terk edilen atlara verilen isim.
Hani bazen akla gelmiyor da değil; birbirimize reva görerek gelenekselleştirdiğimiz bu davranış kalıbı değil mi bu?
Son günlerinde; ölünceye kadar geçen süreci, ‘kendisine özgürlük olarak bırakılmış’ bu emektar hayvanlardan farkımız ne?,diye de soramadan edemiyor insan...
Huzur ortamı!
Şaşırmak yerine, neler yaptığımıza dönüp bir an bakmak bile yeterli...
Öncelikle, eskilerin hep örnek verdiği ‘mahalle yaşamındaki, o mekânsal aidiyete dayalı dayanışma ve sahiplenme’ ile oluşan ortak huzur ortamını gözümüzde canlandırmaya çalışmalıyız...
Mahalledeki çocukların yaz-kış oyun/top alanı diye belledikleri bir park ya da yıkılmış bir binadan kalan boş arsa çevresinde oturup sohbet eden yaşlı insanlar;
hem birbirleri ile insani ilişkilerini(akıl sağlıklarını) korurlarken hem de bir yandan kendi çocuk ve torunlarını gözeterek ‘Yaşamın Bütünleyici Çemberini/Sferini’ tamamlamaktadırlar.
Bu ‘Sfer’ bağımsız gibi görünen zaman kesitlerinin, birbirine bütünleyici olarak bağlanıp rahat geçişler yaptığı ortak yaşam zamanlarını da diri (sağlıklı)tutmaktadır.
Aynı mahalle ortamında kimileri yeri geldiğinde bir anısını anlatırken, dinleyenler de kendilerine başka bir anlatı alanları elde etmiş oluyorlar.
Eğer orada geçirdikleri zamanı birer ‘Yılkı Atı’ gibi ‘Yaşlılar Bakımevi’nde geçiriyor olsalardı ‘Paylaşımsızlık Bataklığı’nda çaresizce çırpınacaklardı.
Plan böyle
‘Burada Yaşanılacak!’ emir kipiyle kurulan tüm kentsel sistemlerin; aslında bir yalıtkan levha üzerine dizilmiş iletken hatlar ve dirençlerden oluşan elektronik devrenin hatasız yerleşimini taklit ediyor oluşu çok acıklıdır...
Çünkü o plana göre! yapılmış yerleşimde elektronlar değil insanlar yaşamaya çalışacak ve dolaşacaklardır.
Bir elektronik devrede ‘Kısa Devre’ kavramı tek kalemde sistemin tümünün devre dışı kalarak çökmesi anlamına gelirken; insanların yaşam alanları arasındaki ulaşım süreçlerindeki “Kısa Devre” ise “İnsani Dokunma An/ları” anlamını taşımaktadır.
Yükselmek için
Çünkü insanlar doğrudan görerek, konuşarak ne kadar çok insani dokunuş/insani ilişki anı yaşarlarsa; yaşamlarının niteliği, insani dayanışmanın niteliğine bağlı olarak o düzeyde yükselecektir...
Aile/Ev, İç Avlu/Hayat, Sokak, Mahalle, Semt, Meydan, ‘...’ gibi sosyal donatı alanlarının dizilişi ile insanların orada birlikte ürettikleri doğal yaşantılarıyla ‘barınma’ kavramını ‘sığınma’ kavramının ötesinde bir yere taşımışlardır, dünden bugüne biriktirerek...
Kültürel parçalanma
Oysa ki günümüzde, sanki tüm bu yaşantılarla oluşturulmuş kültürel birikimler yokmuş gibi ‘Yeni/lenme’ ön/yalan/adıyla yapılan ‘Dönüşümlerin’ aslında kültürel parçalanmanın ‘düzgün dilimli’ olarak yeniden ve yeniden sistemli olarak üretildiği; sonuçta da parçalanmışlığın acımasızlık düzeyine vardırıldığı açıkça görülmektedir.
Sanki bu duruma bir itiraz olarak sosyal medyada ‘Huzurevinin İçinde Anaokulu Açtılar; Çocukların da, Yaşlıların da Hayatı Değişti’ haberi yıllardır dile getirilen ama bir türlü somut adımı atılmayan bir örnek çalışma olarak yer aldı...
Direnişin örgütlenmesi
Bu noktadan sonra geriye sadece bu ve benzeri parçalanmışlıklara karşı ‘direnişin örgütlenmesi’ kalıyor.
İnsani bir onurla, tüm insani ilişkileri değerleriyle birlikte koruyan ve geliştirebilen bir mekânlar silsilesinin arayışını sürdürmek ve sorgulamanın mimari ilkelerini üreterek ortaya koymak kalıyor.
Böylesine güzel örneklerin olduğu bir dünyada, daha başka güzel örnekler de olacaktır mutlaka; çünkü umut, sırf bunun gereği için vardır ya hep...
Çeşme’de Ebru Sergisi
Dünyaca ünlü ebru sanatçımız Nedim Sönmez’in eserleri ve Kedi Kültür Sanat Merkezi işbirliğiyle düzenlenen Ebru Atölyesi katılımcılarının üretimleri Çeşme Arinnanda Otel’de bu akşamdan ( 11.07. Cumartesi) itibaren sergileniyor.
Ege Üniversitesi Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesi Koordinatörlüğünü yapan Sönmez’in dünyanın pek çok yerinde gerçekleştirdiği atölye çalışmalarına geçtiğimiz 3 gün boyunca yetişkin ve çocuklar katılarak ebru sanatı konusunda eğitim aldılar.
Açılış kokteyli Boyalık mevkiindeki Çeşme Arinnanda Otel’de 11 Temmuz Cumartesi (dün) saat 19.00’da yapıldı.
***
GICIK
*- Sonsuza kadar yaşamak istemem, seninle bir gün yaşayayım ben kelebek misali bir günlük ömrüm olsun oda seninle olsun, bir gün bir ömre bedel seninle ne dünyayı isterim ne cenneti benim dünyamda sen cennetimde...
*- Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin! Grisi yoktur aşkın; ya siyahi, ya beyazı seçeceksin... (Şems-i Tebrizi)
*- Ey cɑnımın sɑhibi Yɑr! Sen benimle olduktɑn sonrɑ kɑybettiklerimin ne önemi vɑr. (Mevlɑnɑ).
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: